Hasan Sabbah'ı ne kadar tanıyoruz? Bildiklerimizin ne kadarı
doğru, ne kadarı sadece efsane? Pek çok Hasan Sabbah hikayesi duymuşuzdur ancak
Seyduna, hakkında çok çok az bilgi olan, kesinlikle gizemli bir şahsiyet. Yani
bizim için gizemli. Pek çok kişi için merak konusudur. Bu yazıda Hasan Sabbah
efsanesiyle tanışmamı ve zihnimde yaşadıklarımı anlatacağım.
Ben Wladamir Bartol' un "Alamut" kitabı ile tanıştım
bu tarihi şahsiyetle. Yaz tatilinde köye gitmiştik. Sigaram yoktu ve çıldırmak
üzereyken bu kitaba sıkı sıkı sarıldım. 2 günde bitirdiğim başka bir kitap
olmadı zaten o günden beri. Çok etkileyici gelmişti kitap da, Sabbah da.
Gizemlerden gizemlere sardı beni. Köyün sıkıcı ama huzurlu atmosferinde, sigara
yokluğunda afyon gibi dumanlarıyla sarmıştı beni kitap. Sonra yaşadığımız yere
geri döndük ve döner dönmez yaptığım ilk iş sahaflara gidip Hasan Sabbah kitapları
aramak oldu. Sabbah ile ilgili ulaşabileceğim tüm kitapları aldım. Aldığım 8
kitapla önce sık sık gittiğim cafeye oturdum, sonra koşar adımlarla evin yolunu
tuttum.. Hayatımda bu kadar kitabı da aynı anda hiç almadım.
Kitapları okumaya başladım. Hiçbir zaman okumadığım kadar kitabı 2 haftada okudum. Tekrar tekrar okudum. Altını çizerek, not alarak okudum. Ayrıca hayal kırıklığına uğrayarak, kimi zaman öfkelenerek, kimi zaman da o tarihin hayalinde kendimi kaybederek okudum. Sanırım söylememe gerek yok, hayatımda hiçbir gizem beni bu kadar içine çekmedi.
Kitapları okumaya başladım. Hiçbir zaman okumadığım kadar kitabı 2 haftada okudum. Tekrar tekrar okudum. Altını çizerek, not alarak okudum. Ayrıca hayal kırıklığına uğrayarak, kimi zaman öfkelenerek, kimi zaman da o tarihin hayalinde kendimi kaybederek okudum. Sanırım söylememe gerek yok, hayatımda hiçbir gizem beni bu kadar içine çekmedi.
Tabii o dönem tabu yıkmaktan haz alan bir gencim. Hasan Sabbah'ın haşhaş hikayesi bana dinin kullanılması konusunda çok iyi bir örnek olarak gelmişti. Bartol' un romanı bana bunu vermişti ve ben de büyük bir mutlulukla almıştım bu mesajları. Ama okuyorum araştırma yazılarını; söylediklerini, gerçek adlettiklerini iyice araştırıyorum, yok. Yok arkadaşım yok, böyle bir belge yok. Dönemin Arap Sünni tarih yazıcılarından ve Marco Polo'nun hatıratından başka hiçbir kaynak yok. Üstelik ulaşılabilen kaynaklarda da haşhaş hikayesine ender rastlanıyor. Hasan Sabbah'ın ölümünden bir asır sonra doğan Marco Polo'nun kaleminden çıkmış bu hikaye muhtemelen.
Konuya hakim olanlar iyi bilir, Hasan Sabbah bir İsmaili. On
iki imam inancından, İsmaili öğretisiyle yetişmiş bir Dai, Sabbah. Nizari akımı
temsil etmekteydi. Ayrıca Selçuklu Devleti'yle, Abbasilerle düşmanlığı da iyi
bilinir. Böyle bir ortamda, bu düşman devletlerin saray tarihçilerinin bu
İsmaili lideri karalaması hayli sıradan olur. Ancak onlar dahi, hatta Cüveyni
bile Haşhaşi ifadesini kullanmamışlardır. 1256 yılında Hülagu, Alamut kalesini
fethetmiş, kaledeki tüm kitapları imha etmişti. Ancak, Hülagü ile birlikte
Alamut’a gelen Cüveyni adlı tarihçi, buradan bir kaç kitap kurtarmayı
başarmıştı. Bunlar arasında Sergüzeşt-i Seyyidna adlı bir kitap vardı. Bu kitap
iddiaya göre Hasan Sabbah’ın biyografisiydi. Bugün içindeki pek çok bilginin
yanlış olduğu anlaşılan bu biyografiden yararlanarak Hasan Sabbah hakkında bir
kitap yazan Cüveyni’nin de "saklı
cennet ve huriler", "haşhaş" gibi ifadeler kullanmadığı
görülüyor.
Gelelim "assassin" kelimesine... Arap kaynaklarında
adlarına ancak çok önemli olaylarda değiniliyor ama ‘fedai’, ‘haşhaşi’
tabirleri neredeyse hiç kullanılmıyordu. Bu terim Nizarilerden çok darbe yiyen
Haçlılar arasında ortaya çıkmıştı ve Haçlılar tarafından Avrupa’ya taşınmıştı.
Haçlıların anlatılarını yeni bir boyuta taşıyan ise, 1271-1295 yılları arasında
Asya’da bulunan Venedikli ünlü seyyah Marko Polo olacaktı. İşte bu noktadan
sonra Avrupa'da dalga dalga yayılan "haşhaş" ve "Haşhaşi"
efsanesini, bugün bölgeye oldukça yakın olan bizler dahi gerçek sanıyoruz.
Ayrıca ek bilgi olarak düşeyim: "assassin" kelimesinin
"esasiyun" yani, dinin esaslarına bağlı kalan anlamındaki kelimeden
türediği de söylenir. Ancak bu da yalnızca bir teoridir.
İşte böyle böyle, zihnimde net olan Hasan Sabbah karakteri, yalanlardan arındıkça daha bir bulanıklaştı. Bu yalanların sahiplerine, aktaranlara, inananlara ve inandıranlara epey bir söverek olayı hazmettim. Uzun araştırmaların, zihnimin hiç yaşamadığı kadar büyük karmaşaların, hayaller alemiyle kargacık burgacık yazılar arasında gidip gelen sürecin ardından sonunda şunu anladım: Hasan Sabbah'ı bilmiyoruz, bilmeyeceğiz, bilemeyiz.
Hasan Sabbah, herkesin zihninde farklı yer edinir. Kimi bir roman okur Haşhaşi der, kimi kulaktan dolma otçu der. Kimisi onun masum öldürmediğini unutarak terörist der, kimi siyasi yorumlara kapılıp lanetler. Kimisi için romandaki Sabbah yeterlidir, kimisi derinine iner meselenin. Kimisi için aslında bir ateisttir Sabbah, kimisi için ise bir özgürlük savaşçısı. Selçuklu baskısı altındaki Şii/İsmaili mazlumların direğidir kimisi için. Herkes neyin eksikliğini hissediyor, neyi arzuluyor, neye ihtiyaç duyuyorsa odur Sabbah. Çünkü hiçbir şey bilmiyoruz Seyduna ile ilgili.
Benim için mi? Benim için Sabbah bilinmezliğin yanında bir savaşçıdır. Halka değil krallara korku salan, köle askerlerden çok komutanları titreten bir dahidir. Buna ihtiyacım, buna özlemim var belki. Ama ona duyduğum en büyük arzu, gizemi. O hayalimdeki Alamut Kalesi, Assassin's Creed' de havasını soluduğumuz Masyaf... Hasan Sabbah neyi isterseniz odur. Ama Haşhaşi değildir. Güncel, siyasi tartışmaların gölgesinden arınarak okuyun, hayalleyin. Kendi Sabbah'ınızı bu şekilde yaratın. Merakla kalın...
Ayrıca bu kısa videomu izleyebilirsiniz.
0 yorum:
Yorum Gönder