Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ekim 2020 Salı

Alamut Kalesi Hakkında Bilgiler – Alamut Nerededir?

by

Hasan Sabbah ve Haşhaşiler ile özdeşleşen Alamut Kalesi hakkında bilgiler yazımızda yer alıyor. Alamut Kalesi nerededir, Alamut Kalesi kitapları gibi konuları ele alıyoruz.

Hasan Sabbah ve Haşhaşiler deyince akla ilk olarak Alamut Kalesi geliyor. Tarihin en bilinmez karakterlerinden biri olan Hasan Sabbah’ın ve İsmaili Nizari hareketinin merkez üssü olan Alamut Kalesi hakkında tarihi bilgiler, Alamut Kalesi nerededir gibi merak edilen soruların yanıtlarını bu ayrıntılı yazımızda bulabileceksiniz.

Alamut Nedir? Alamut Kalesi Nerededir?

Alamut, Farsça’da kartal yuvası anlamına gelir. Alamut Kalesi günümüzde İran'ın Rudbar bölgesindeki Kazvin şehrinde, başkent Tahran'dan yaklaşık 100 km uzaklıkta, Güney Hazar eyaleti olan Deylem’deki Alamut bölgesinde yer alan bir dağ kalesidir.

M.S. 1090 yılında, Hasan Sabbah tarafından ele geçirilmiştir. 1256 yılına kadar, Şii İsmaili Nizari hareketi için merkez üssü olmuştur. Nizari devlet veya hareketi; İran ve Suriye boyunca dağılmış bir dizi bağlantılı stratejik kaleden oluşan, her yanı büyük düşman bölgeleriyle kuşatılmış bir mücadele sahasıydı.

Kale, dağlık yapısı nedeniyle herhangi bir askeri saldırıya uğrama ihtimali çok düşük olarak düşünülmüştü. Uzun süre bu şekilde devam etse de 1256'da, istilacı Moğollara kaleyi ele geçirdi ve zengin kütüphanesini yok etti.

Moğol istilası nedeniyle bu döneme ait İsmaililerin tarihine ve düşüncesine ilişkin kaynaklar eksik kalmıştır. İsmaililer ve Hasan Sabbah hakkında bugün elimizde olan çoğu kaynak, onların düşmanları tarafından yazılmıştır. Bu yüzden tarihçiler, bu kaynakların doğruluğuna şüpheli yaklaşmaktadır.

Moğol yıkımından sonra Alamut Kalesi, çeşitli yerel güçlerin ellerinden geçerek sadece bölgesel bir öneme sahip olmakla yetindi. Bugün, sadece kalıntıları kalan kale tarihsel önemi nedeniyle, İran hükümeti tarafından bir turizm bölgesi olarak geliştirilmektedir.

Alamut Kalesi Ne Zaman Yapıldı?

Kale, Şii Justanid hanedanı hükümdarı Wahsudan Zeydi tarafından, yaklaşık 865 yılında yaptırıldı. Efsaneye göre kral bir av gezisi sırasında, bir kaya üzerine konan bir kartal gördü. Bu bölgenin taktiksel avantajını fark ederek, “Aluh amut” olarak adlandırılan kalenin inşasını başlattı. Aluh amut kartal öğretisi, kartal yuvası gibi anlamlara gelir. Alamut 1090 yılında İsmaili Daisi (misyoner) Hasan Sabbah'ın 1090 yılında kaleyi ele geçirmesine kadar Justanid kontrolünde kaldı.

Kalenin Tarihi

Fatımi Halifesi’nin oğullarından olan Nizar bin Mustansır’a destek verdiği için Mısır’dan sınır dışı edilen Hasan Sabbah, İsmaililerin İran’da özellikle Deylem, Horasan ve Kuhistan gibi kuzey ve doğu bölgelerinde güçlü bir mevcudiyete sahip olduğunu keşfetti.

O dönemde İran halkları, ülkenin tarım arazilerini ikta sistemiyle bölüp ağır vergiler alan iktidardaki Selçuklu yönetimine kızgındı. Selçuklu yöneticileri genellikle idare ettikleri yerler üzerinde tam yetki ve denetim sahibiydi. Bu arada, İranlı zanaatkarlar ve alt sınıflar da Selçuklu politikaları ve ağır vergilerden memnun değildi.

Hasan Sabbah, Sünni Selçuklu hükümdarlığının İran'da yaşayan Şii Müslümanlara dayattığı siyasi ve ekonomik baskılar karşısında harekete geçmek istedi. Bu amaçla Selçuklulara karşı bir direniş hareketi başlattı. Ancak bu isyanı başlatmak ve yönetmek için güvenli bir üsse ihtiyacı vardı.

Hasan Sabbah’ın Alamut’u Ele Geçirmesi

1090 yılında Selçuklu veziri Nizamülmülk, İsmaili propogandası yapan Hasan'ın tutuklanması için emir verdi. Bu nedenle Hasan, Kazvin kasabasında, Alamut Kalesi’ne yakın civarlarda saklanıyor ve planlar yapıyordu. Burada kaleyi ve stratejik konumunu farkeden Hasan, çoğunlukla Şii Müslümanlarla çevrili kalenin ele geçirilmesi için halktan destek toplamaya başladı.

Kalenin askeri yöntemlerle ele geçirilmesi neredeyse imkansızdı. Dar yollarından katırlar bile çıkamıyor, sadece yüksüz bir insan tırmanabiliyordu. Bu nedenle Hasan işgali titizlikle planlandı. Bu arada güvenilir taraftarlarını kalenin çevresindeki vadilere yerleştiriyordu.

1090 yılının yazında Hasan Sabbah, Kazvin’den Alamut'a doğru yola çıktı. Kılık değiştirerek kalenin hemen altındaki bir köye yerleşti. Kaledeki askerlerin güvenini kazanarak kaleye girdi. Bu sırada sık sık kılık değiştiriyor, kaledeki Selçuklu komutanının dikkatini çekmemeye gayret gösteriyordu.

Kale Komutanı Mehdi, bölgede olduğu söylenen Hasan’ı bulmak için Kazvin’i ziyaret etti. Hasan Sabbah ve İsmaililer ile bağlantıları olan herkesin tutuklanmasını emretti. Hasan kaleyi ele geçirmek için kaleye sızdırdığı taraftarlarını harekete geçirdi. Kazvin’den kaleye dönen Selçuklu Komutanı Mehdi, Hasan’ın tutuklanmasını emretti. Ancak askerler Hasan’ın emrindeydi. Hasan’ın tasarrufuyla Komutan’ın kaleden sağlam çıkmasına müsaade edildi.

İşte Hasan Sabbah Alamut Kalesi’ni bu şekilde, savaşmadan ele geçirdi. Hasan’ın kalenin sahibine bir dana postu kadar yer için 3.000 altın verdiği, sonra bu postu ince ince kesip kaleyi çevreleyerek ele geçirdiği gibi fantastik hikayeler de anlatılır. Ancak bunlar birer efsanedir. Yukarıda anlatılanlar, tarafsız tarihçilerin en çok kabul ettiği teoridir.

Kalenin Nizari Kontrolünde Yeniden Yapılanması

Alamut ele geçirildikten sonra Hasan, hızla kalenin takviye edilmesine başladı. Burası bir savunma üssü olacağı için depolama odaları yapıldı. Surlar güçlendirerek kale, büyük kuşatmalara dayanacak hale getirildi.

Moğollar kaleyi işgal ettiğinde orada bulunan, taraflı ve İsmaililere tam anlamıyla düşman olduğu için güvenilir olmayan yazılar kaleme almış Sünni tarihçi Cüveyni bile, depolanmış sayısız malzemenin bir kuşatmaya dayanacak şekilde mükemmel durumda saklanmasını takdirle karşıladı. Günümüzde İranlı arkeologlar bu mahzenlerden bazılarını bulmuştur.

Kalenin inşaatı bittikten sonra, Alamut vadisinin çevresindeki köylüler sulama görevini üstlendi. Vadi tabanındaki araziler, arpa, buğday ve pirinç gibi kuru mahsullerin yetiştirilmesine uygun arazilerdi. Eğimli vadi, bol miktarda besinin ekilebileceği basamak benzeri platformlara ayrıldı. Kuşatma sırasında ihtiyaç duyulduğunda çevredeki köyler, kaleye bol miktarda malzeme sevk etmek için iyi bir donanıma sahipti.

Alamut'un ünlü ve zengin kütüphanesi, tüm bunlardan sonra yapıldı. Astronomik aletler ve nadir eserleri barındıran kütüphane, dünyanın dört bir yanından gelen çeşitli dini inançlara sahip bilim insanlarını cezbetti. Ancak Moğol istilası nedeniyle İsmaililerin Farsça yazdığı, bilimsel ve kendi doktrinlerinin yer aldığı yazıları bugün hayatta kalamamıştır.

Bu dönemlerde İslam merkezi İran'a taşınmış, İranlı İsmaili edebiyatı da yükselişe geçmişti. Ancak bahsettiğimiz gibi o dönemde üretilen Nizari yazılarının büyük kısmı kaybolmuş ya da Moğol istilaları sırasında yok edilmiştir. O dönemden sadece yazarı bilinmeyen Haft bab-ı Baba Seyyidina ve Nasir al-Din al-Tusi'nin bazı eserleri kalmıştır.

Moğol hükümdarı Hülagü Han'n önderliğinde, Moğollar MS 1256 Aralık ayında kaleyi ele geçirdiğinde, Hülagü’nün izniyle, Cüveyni kütüphaneyi araştırdı. Her şey yakılmadan önce kurtarmaya layık gördüğü birkaç eser seçti. Bunların arasında Kuran'ın kopyaları, bir dizi astronomik alet ve İsmaili eserleri vardı.

Kütüphanenin yok olmasıyla, bir anti İsmaili olan Cüveyni, Nizarilerin sapkın eğilimleri olduğu iddialarını ortaya attı. Hasan Sabbah ve Alamut Kalesi, cennet bahçeleri, Haşhaşiler gibi konularda günümüzde dillendirilen çoğu efsane Cüveyni ve Marco Polo’ya dayanır. İsmaili inanç ilkelerine ilişkin en zengin eserler kütüphanenin tahrip edilmesiyle kaybedildiği için bu yalanların birçoğu bugün doğru zannedilir.

Alamut Kalesi’nde bahsedildiği gibi cennet bahçeleri yoktur. Vladimir Bartol’un öncülüğünde ortaya çıkmaya başlayan popüler Alamut Kalesi kitapları bu bahçelerin var olduğunu, genç erkekleri kandırmak için haşhaş içirildiğini iddia eder. Ancak bunların tarihi hiçbir doğru dayanağı yoktur ve bir kısmı Cüveyni gibi tamamen taraflı bir tarih yazarına, geri kalanı da günümüz popüler kültürünün hayal gücüne dayanmaktadır. Kalıntılarda böyle bahçelere rastlanmamıştır.

Haşhaşiler (Assassins) ve Alamut Kalesi

İngilizce’de suikastçi kelimesinin kaynağı olan “assassin” kelimesinin “Haşhaşi”den türediği söylenir. Bu kelimenin liderlere suikastler düzenleyen İsmaili Nizarilerden esinlendiği doğrudur. Ancak “Haşhaşi” ifadesi de bir anti propoganda eseridir. Günümüz tarih bilimcileri bu kelimenin etimolojik kökeninin haşhaştan gelmediğini, bunun Marco Polo ve Cüveyni gibi taraflı tarihçilerin karalaması olduğunu ifade eder.

Hasan Sabbah Kimdir? Hasan Sabbah’ın Hayatı Hakkında Bilgiler

by

 Hasan Sabbah 11. ve 12. yüzyıllarda yaşamış bir tarihi kişiliktir. Nizari, İsmaili bir Müslüman din adamıdır. Adı yetiştirdiği fedaai ve suikastçiler, günümüz popüler tarih anlatılarında Haşhaaşiler olarak anılan grubun faaliyetleri sayesinde duyulmuştur. Bu yazımızda Hasan Sabbah kimdir sorusunu detaylı, tarihi kaynaklara dayanan bir şekilde yanıtlayacağız.

Tarih hakkındaki bilgilerin bazılarına kalıntılar, eserler; bazılarına ise dönemin tarih yazarlarının yazılarından ulaşıyoruz. Ancak bu belgelerin yok olması sonucunda tarihin bazı dönemleri bizim için karanlık hale gelmiştir. İşte Hasan Sabbah da hakkında çok az güvenilir tarihi kaynak olan, bu nedenle de birçok fantezi ve spekülasyonların konusu olmuş bir karakterdir.

Kısaca Hasan Sabbah’ın Hayatı

Hasan Sabbah 11. yüzyılın sonlarında Şiiliğin İsmaili koluna bağlı Nizari hareketini, İran’ın Elbruz Dağları’nda canlı tutan bir din adamıdır. Alamut Kalesi’ni ele geçirmiştir. Selçuklu Devleti ile bazı sorunlar yaşadığı dönemde, ünlü vezir Nizamülmülk’ün ölümüne neden olmuştur. Alamut Kalesi’nde hayatını kaybetmiştir.

Doğumu ve Gençlik Yılları

Hasan Sabbah 1050 yılında İran’ın Kum şehrinde doğdu. Babası 12 İmam inancına bağlı bir Şii idi. Kum şehrine Irak’tan gelmiş, ancak aslen Yemen kökenliydi. Hasan çocukken ailesi, İran’ın Rey şehrine göç etti. Rey şehri o dönem radikal İslam’ın etkisi altındaydı. Hasan da bu yapı nedeniyle metafizik konulara yoğun ilgi duymaya başladı.

Hasan’ın dini eğitimi on iki imam inancı esaslarına bağlı olarak sürüyordu. Gün boyunca evde eğitim alıyor, bir yandan da el falı, dil, felsefe, astronomi ve matematik alanlarında uzmanlaşıyordu.

O dönemlerde Şii inancında İsmaili kolunun İran’da ve Mısır’ın doğusundaki diğer topraklarda giderek büyüyen bir ağırlığı vardı. İranlı İsmaililer 1094 yılında Mısır’daki Faatimi hilaafetini sürdüren İmam-Halife el-Mustaani'nin otoritesini tanıdılar. İranlı yöneticileri uzaklaştıran Selçuklu yöneticileri bölge halkında memnuniyetsizlik yaratıyor, bu da İsmailileri İran’da güçlü kılıyordu.

İran’ın Rey şehrinde genç bir öğrenci olan Hasan, İsmaililer ile ilk olarak Amira Darrab sayesinde tanıştı. Zamanla Hasan Sabbah, İsmaili doktrinlerini ve inançlarını benimsedi ve bu yola girdi. 17 yaşındayken Faatımi Haliifesi’ne bağlılık yemini etti. Eğitimi için Kahire’ye yola çıktı.

Eğitim Yılları

Hasan sert ve kararlı bir şekilde yola bağlandı. Henüz 17 yaşında misyoner yardımcısı oldu. Bazı tarihçilere göre Hasan, Rey şehrinde Faatımilerin bazı üyelerine ev sahipliği yaptı. Dönemin Selçuklu veziri Nizamülmülk bunu duydu ve Faatımi karşıtı vezirden kaçan Hasan Sabbah, Kahire’ye gitti.

 

Hasan Kahire'ye yaklaşık 2 yılda vardı. Yol boyunca birçok bölgeyi gezdi. İsfahan, Kafkaslar, Ermenistan gibi yerlere gitti. Koyu bir İsmaili olan Hasan, gittiği Hristiyan bölgelerde papazlar tarafından çok defa kovuldu.

Irak, Suriye, Filistin ve son olarak Mısır'a gitti. Burada ne kadar kaldığı konusunda bir kayıt yoktur. Genellikle 3 yıl boyunca Mısır’da eğitim aldığı ve sonunda bir Daai, yani misyoner olduğu söylenir.

İran'a Dönüş

Kahire'de iken, ordu komutanı El-Cemaali tarafından hapse atıldı. Bu olay, Hasan'ın İmam-Halife el-Mustaani'nin büyük oğlu Nizar'ı desteklemesine yol açtı. Hasan, Nizar destekçileri tarafından kurtarıldı ve Suriye'ye götürüldü. Buradan 1081 yılında İsfahan’a geldi.

Mısır’dan geldikten sonra Hasan artık tüm hayatını Nizari İsmaili inancına bağlamıştı. İran boyunca İsmaili İslam inancını yaymak için köyleri ve şehirleri gezdi. Hasan Sabbah’ın bu İsmaili faaliyetleri Nizamülmülk’e ulaştı. Bunun üzerine Hasan destekçileri ile birlikte dağlara kaçtı.

Alamut Kalesi

Sünnii Selçuklu Devleti tarafından aranan Hasan Sabbah, 1088 yılında bugünkü Kazvin bölgesinde Alamut Kalesi’ni gördüğünde üs arayışı sona erdi. Alamut yaklaşık 50 vadiyi gözetim altında tutan bir kaleydi.

Alamut Kalesi sekizyüzlü yıllarda inşa edilmiştir. Efsaneye göre kral, bir kartalın dağların tepesinde bir noktaya uçup konduğunu gördü. Hemen oraya bir kale yapılmasını istedi. İsmi Aluh Amut, yani Kartal Yuvasından Alamut’a evrildi.

Hasan Sabbah, Alamut Kalesi’ni savaşmadan ele geçirdi. İlk olarak kalenin etrafındaki köylerde 2 yıl boyunca gezdi. Köylüleri kendi tarafına çekti. Daha sonra, köylüleri kalede kilit rollere sızdırdı ve 1090 yılında kaleyi tamamen ele geçirdi.

Kalenin ele geçirilmesi konusunda tarihi gerçeklere dayanmayan efsaneler vardır. Bunlardan en ünlüsü de Hasan’ın, kalenin sahibine para vererek bir boğa derisinin kapladığı alan kadar yer aldığıdır. Efsaneye göre Hasan boğanın derisini ince şeritlere ayırıp tüm kaleyi deri ile çevreledi. Bu şekilde tüm kaleyi almış oldu. Ancak bunlar sadece efsanedir ve hiçbir güvenilir kaynakta yeri yoktur.

Hasan, Alamut’u ele geçirmesinden ölümüne kadar geçen 35 yıllık süre boyunca kendini çalışmaya adadı. Bazı şüpheli kaynaklarda 35 yıl boyunca sadece 2 kere odasının balkonuna çıktığı söylenir. Ancak İran ve Suriye’de ayaklanma boyutuna varan İsmaili hareketinin yükselişi göz önüne alındığında bu iddia mümkün görünmemektedir.

Hasan Sabbah sayesinde Nizari doktrininin merkezi, Alamut olmuştu. Hasan Kuraan'ı çok iyi bilen, çoğu Müslüman mezheplerine hakim; felsefe, matematik, astronomi, simya, tıp, mimarlık ve o dönemin tüm bilimsel alanlarında uzman bir din ve bilim adamıydı.

Marco Polo ve Hasan Sabbah

İran'da Nizari İsmaililiğin lideri olan Hasan, Marco Polo tarafından, Dağın Yaşlısı veya Dağın Yaşlı Adamı olarak tanımlanmıştır. Polo yazılarında, onu genç erkekleri tarikatına çekmek için cennet bahçeleri tasarlayan bir şarlatan olarak betimlemiştir. Tarikat üyelerinin çeşitli diller ve gelenekler, nezaket kuralları ve dövüş becerileri konusunda eğitildiğini söylemiştir.

1263'te yazılan bir Çin el yazması olan Xishiji de Polo'nun anlatılarını tekrarlamıştır. Yazmaya göre tarikat liderleri krallıklara suikastçılar göndermiş ve yöneticiler ile karılarını öldürtmüştür. Bir Nizari suikastçi, hayatını fedaai olmaya adanmış olarak tanımlanır.

Marco Polo’nun anlatılarından yola çıkarak, Hasan Sabbah’ın cennet bahçelerinde haşhaş içirerek müritlerini kandırdığı yönünde birçok Haşhaaşi efsanesi yayılmıştır. Birçok popüler tarih kitabına da konu olan Polo’nun anlatılarının gerçek deneyimlerine dayanma olasılığı yoktur. Zira Marco Polo sadece bölgede kulaktan duyduklarını kaleme almış, Alamut’a hiç gitmemiş ve hatta Hasan Sabbah ile aynı dönemde dahi yaşamamıştır.

Nizari Öğretisi

Tarihçiler, Hassan Sabbah'ı İran Nizariliğinin ve doktrinlerinin kurucusu olarak tanımlar. Asassin, yani suikastçi kelimesinin Haşhaaşiler’den türediği iddia edilmektedir. Ancak bu iddia da şüphelidir ve pek çok uzman tarihçi, bunun “Esasiyün”den gelmiş olabileceğini savunmaktadır.

Nizariler, Fatimi tahtına ve Halifelik makamına Nizar'ın geçmesi gerektiğini savunmuş, bunun için mücadele etmiştir. Nizarilik aslen Şia’nın İsmaili koluna mensuptur. Dini olarak yine İsmaili inançlarını tam anlamıyla taşımış, sadece siyasi anlamda Nizar destekçisi olarak ortaya çıkmıştır. Zamanla bölgesel unsurlardan etkilenerek küçük değişimlere uğramıştır.

Popüler Kültürde Hasan Sabbah

Sabbah’ın popüler hale gelmesi önemli ölçüde Vladimir Bartol’un “Alamut” isimli kitabıyla olmuştur. Bu kitap genel olarak tarihi gerçeklere değil, fantezi ürünü kurguya sahiptir. Bunun ardından benzer kurguya sahip, ticari kaygının ön planda olduğu birçok tarihi kurgu roman yazılmıştır. Hasan Sabbah ayrıca bazı şarkılara ve albümlere de esin kaynağı olmuştur.

Bernard Lewis – The Assasins (Haşhaşiler) (1968)

Sergüzeşt-i Seyyidina (Hasan Sabbah’ın el yazması otobiyografisidir. Büyük ölçüde zarar görmüştür ve dolaylı yoldan erişilebilmektedir.)

Farhad Daftary - The Assassin Legends: Myths of the Ismailis (1994)

Marshall Hodgson, The Order of Assassins (1955)

İsmaili Antolojisi

Wilfred Madelung - Religious Trends in Early Islamic Iran (1988)

Peter Willey – Alamut Kalesi, Haşhaşiler, Hasan Sabbah ve Fedaileri (2000)

Farhad Daftary – İsmaililerin Kısa Tarihi (1998)


17 Ekim 2016 Pazartesi

Dünya Tarihindeki En Büyük 10 Savaş

by
Dünya tarihindeki en büyük savaşların, insanın varoluşuyla beraber gerçekleştiği muhakkak. Kimisi iç savaş, kimisi devletler arası savaş, kimisi nükleer, kimisi kılıç kalkanlı savaş... Dünya tarihinde yaşanmış en büyük 10 savaşı listeledik. Sıralama, bu savaşlarda insanların ve doğanın zarar görme miktarı göz önünde bulundurularak yapıldı.

10. Napolyon Savaşları

en büyük savaşlar


Pek çok Avrupa ülkesinin, Napolyon'un Fransa'sına karşı ilan ettiği ve 3,5 milyon ila 7 milyon civarında insanın hayatını kaybettiği savaşlar serisidir. 1803 - 1812 yılları arasında geçen Napolyon Savaşlarında Fransa başlarda Avrupa'nın neredeyse tamamını ele geçirmiştir. Ancak özellikle Rus istilasıyla birlikte Fransa ağır bir yenilgiye uğramıştır.

9. Rus İç Savaşı

en büyük savaşlar


Çarlık Rusya'sının yıkılıp Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesiyle başlamıştır. Kızıl Ordu ile komünizm karşıtı Beyaz Ordu arasında gerçekleşmiş gibi görünse de ABD, İngiltere, Fransa gibi emperyalist devletler de Beyaz Ordu'ya verdikleri destekle savaşın açık bir tarafıydı. 1921 yılında Bolşeviklerin zaferiyle süren savaş sonunda Sovyetler Birliği kurulmuştur. Özellikle Beyaz Ordu'nun terör saldırılarıyla birlikte savaşta 5 milyon ila 9 milyon arası insanın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

8. Dungan Ayaklanması

en büyük savaşlar

Çin'de yaşayan Müslüman bir topluluk olan Dunganlar, uğradıkları baskılar nedeniyle 1862 yılında dönemin Çin Devleti'ne karşı ayaklandı. Qing Hanedanı'na yönelik başlatılan ayaklanma sırasında bazı hanedanlar da siyasi sebeplerle müslümanları desteklemişlerdir. 15 yıl süren savaşlar sırasında 10 milyon insanın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Ayaklanmanın başarısız olmasının ardından Dunganlar Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan'a göçmek zorunda kalmışlardır.

7. Timur'un Fetihleri

en büyük savaşlar

Tarihte tartışmalı bir karakter Timur. 4 parçaya bölünen Moğol İmparatorluğunu tek bir devlet çatısında toplamayı amaçlayan Timur Altın Orda, Osmanlı, İran ve Memlük devletlerine karşı seferler düzenlemiştir. Bu seferleri sırasındaki kanlı meydan savaşlarında 15 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Bu seferlerin içinde en kanlısı ise Altın Orda'ya karşı olanlarıydı.

6. Mançu Hanedanı'nın Çin'i Fethi

en büyük savaşlar

Mançu Hanedanı olarak da bilenen Qing Hanedanı 1644 - 1912 yılları arasında Çin'de hüküm süren, Çin'in son hanedanıdır. 1616 yılında Çin'i hakimiyeti altına almak için Ming Hanedanlığına savaş açan Mançurlar, 1644'te bunu başardı. Ancak bu süreçte 25 milyon insan hayatını kaybetti.


5. An Luşan İsyanı

en büyük savaşlar

Çin'de 755 - 769 yılları arasında gerçekleşen iç karışıklık, General An Luşan'ın Kuzey Çin'de hakimiyetini ilan etmesiyle başladı. Oğlu tarafından öldürülmesine karşın devam eden ayaklanma 30 milyon insanın hayatına maloldu. 30 milyon insandan bazıları savaş sırasında ölen askerler, bazıları kuşatmalar sırasında açlıktan ölen insanlardır. Tarihin en kanlı savaş süreçlerinden biri olmuştur.

4. Moğol İstilaları

en büyük savaşlar

1207 ile 1472 yılları arasında geniş bir zaman aralığını kapsayan Moğol istilaları dönemde neredeyse tüm devletlere korku salmıştır. Orta Asya bozkırlarından Doğu Avrupa'ya kadar uzanan Moğollar, Dünyanın toplam kara yüzölçümünün yaklaşık yüzde 22'sinde hakimiyet sürer olmuştu. Geçtiği yerlerde kütüphaneleri yok eden Moğollar tarihe kara bir leke bırakmışlardır. Kaynaklar netlik göstermese de istilaları boyunca 30 milyon ila 60 milyon insanın hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

3. Birinci Dünya Savaşı

en büyük savaşlar

1914 yılında başlayan korkunç emperyalist paylaşım savaşı, 1918 kadar dünyaya kan sıçratmaya devam etti. Avrupa merkezli gerçekleşen savaş tüm büyük güçleri girdabına aldı. Dünyanın en büyük savaşlarından biri olan 1. Dünya Savaşı'nda tam 70 milyonluk bir askeri hareketlilik meydana geldi. Kimi kaynaklar 15 milyonun öldüğünü söylese de bunun yanıltıcı olduğunu, 40 milyonun üzerinde insanın bu savaşta öldüğünü belirten kaynaklar da mevcuttur. Askeri teknolojinin ciddi anlamda kullanıldığı ilk savaş olarak tarihe geçmiştir.

2. Taiping İsyanı

en büyük savaşlar

Çinli bir ailenin Hristiyan oğlu Hong Xiuquan, kendisinin İsa'nın kardeşi olduğunu söyleyerek 1840 yılında yandaş toplamaya başladı. Yandaşlarının dini ve askeri eğitim almasıyla beraber Hong, 1851'de Taiping yani büyük huzur dönemini başlattı ve krallığını ilan etti. Başlarda hükümetin saldırılarını püskürtüp ilerleyen Hong'un isyancıları zamanla gerilemeye başladı. Hung, Taiping'i tanrının koruyacağını, olduğu yerde kalacağını söylese de 1864'te zehir içerek intihar etti. Bu ayaklanma sırasında en az 30 milyon insan hayatını kaybetti.

1. İkinci Dünya Savaşı

en büyük savaşlar

1939'da başlayıp tam anlamıyla küresel bir savaş haline gelen 2. Dünya Savaşı 60 milyona yakın insanın hayatına maloldu. Dünyadaki devletlerin büyük çoğunluğu bu savaşta aktif veya pasif, ama mutlaka bir taraf oldu. 100 milyondan fazla askerin savaşmasıyla dünyanın en büyük nüfuslu savaşı olan İkinci Dünya Savaşı, yakın tarihe damgasını vurdu. Nükleer saldırı gibi bir kara lekeyi de barındıran savaş, sonrasında dünyanın tüm dengelerinin değişmesi ve süper güçlerin ortaya çıkmasıyla da kritik bir dönem oldu.


Elbette bu dünya güzel şeyler de içeriyor. Dünyanın en güzel 10 şehri yazımızı okuyarak ve videomuzu izleyerek havanızı değiştirebilirsiniz:

28 Eylül 2016 Çarşamba

Hasan Sabbah Hakkında Okunması Gereken Kitaplar

by

Hasan Sabbah hakkında gerçeklerden, söylencelerden, uydurma ve karalamalardan kısaca bahseden bir yazı yazmıştım. Kaynaklarım elimde olmadığı için kaynakça belirtemedim ancak Hasan Sabbah hakkında okunması gereken kitaplar hakkında kısa bir bilgilendirme yazmak uygun olacaktır diye düşündüm. Hasan Sabbah Efsanesi bağlantısından, Hasan Sabbah ile ilgili yazdığım yazıya ulaşabilirsiniz. Buyrun başlayalım:

1. Öncelikle kendinize sormanız gerekn soru şu: Hasan Sabbah hakkında efsaneleri mi öğrenmek istiyorum yoksa gerçekleri mi? Hasan Sabbah'ı ve hakkında anlatılanları duyduysanız, öncelikle bu söylenceleri ve Sabbah'ın görkemli gizemini roman olarak okumak istiyorum diyorsanız şöyle buyurun:

Hasan Sabbah hakkında popüler kitaplar:

Alamut: Fedailerin Kalesi, Wladimir Bartol
Semerkant, Amin Maalouf
Alamut'un Efendisi, Pol Amir
Güvercinin Gerdanlığı:Alamut'a Dönüş, Ernst W. Heine
Tarihi roman niteliğindeki bu kitaplar, efsaneye hakim olmak için yeterli olacaktır kanısındayım. Fazlası tekrara düşen veya farklılaşmak adına, zaten halihazırda söylence olan efsaneleri daha da fantezi ürünü haline getiren kitaplarda boğulmanıza neden olabilir.

2. Bu romanları okudunuz diyelim. İnternette de Hasan Sabbah yazıp ilgili yazıları, listeleri, videoları gözden geçirdiniz. Eğer "tamamdır, bunlar benim için yeterli" diyorsanız Hasan Sabbah defteri sizin için kapanmıştır. Ama "hayır ben merak ediyorum, içimize şüpheyi attın bu anlatılanlar acaba gerçek mi?" diyorsanız sizi şöyle alalım:

Hasan Sabbah hakkında akademik eserler:

Haşhaşiler, Prof. Dr. Bernard Lewis
Hasan Sabbah Gerçeği/ Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri, Faik Bulut
İsmaililer tarihleri ve öğretileri, Farhad Daftary
The Assassin Legends: Myths of the Isma'ilis, Farhad Daftary
Alamut Kalesi, Haşhaşiler, Hasan Sabbah ve Fedaileri, Peter Willey (daha çok gezi yazısı kıvamında)

Bu eserleri inceledikten sonra artık cennet bahçelerinin sahibi, müritlerine haşhaş içiren imam, tarihin ilk teröristi, ayyaş ve zalim gibi sıfatların artık altı boş sıfatlar, efsaneler, karalamalar veya uydurmalar olduğuna bu şekilde ulaşabilirsiniz. "Hasan Sabbah ve Alamut Terörü, Cennet Bahçeleri ve Haşhaşiler," gibi kitaplara da denk gelebilirsiniz. Bu isimde kitaplar var mı bilmiyorum ama mutlaka vardır. Herkes buradan ekmek yemeye çalışıyor zira. Çünkü altı boş kalmış bir konu söylenceler gerçek olarak kabullenildiği için fantezilere kimse sesini çıkarmıyor. Elbette emek harcanmış eserler, küçümsemiyorum ancak bilimsel gerçeklere bu şekilde ulaşamazsınız. Saygılarımla, merakla kalın.

Hasan Sabbah Efsanesi

by
Hasan Sabbah'ı ne kadar tanıyoruz? Bildiklerimizin ne kadarı doğru, ne kadarı sadece efsane? Pek çok Hasan Sabbah hikayesi duymuşuzdur ancak Seyduna, hakkında çok çok az bilgi olan, kesinlikle gizemli bir şahsiyet. Yani bizim için gizemli. Pek çok kişi için merak konusudur. Bu yazıda Hasan Sabbah efsanesiyle tanışmamı ve zihnimde yaşadıklarımı anlatacağım.

Ben Wladamir Bartol' un "Alamut" kitabı ile tanıştım bu tarihi şahsiyetle. Yaz tatilinde köye gitmiştik. Sigaram yoktu ve çıldırmak üzereyken bu kitaba sıkı sıkı sarıldım. 2 günde bitirdiğim başka bir kitap olmadı zaten o günden beri. Çok etkileyici gelmişti kitap da, Sabbah da. Gizemlerden gizemlere sardı beni. Köyün sıkıcı ama huzurlu atmosferinde, sigara yokluğunda afyon gibi dumanlarıyla sarmıştı beni kitap. Sonra yaşadığımız yere geri döndük ve döner dönmez yaptığım ilk iş sahaflara gidip Hasan Sabbah kitapları aramak oldu. Sabbah ile ilgili ulaşabileceğim tüm kitapları aldım. Aldığım 8 kitapla önce sık sık gittiğim cafeye oturdum, sonra koşar adımlarla evin yolunu tuttum.. Hayatımda bu kadar kitabı da aynı anda hiç almadım.

Kitapları okumaya başladım. Hiçbir zaman okumadığım kadar kitabı 2 haftada okudum. Tekrar tekrar okudum. Altını çizerek, not alarak okudum. Ayrıca hayal kırıklığına uğrayarak, kimi zaman öfkelenerek, kimi zaman da o tarihin hayalinde kendimi kaybederek okudum. Sanırım söylememe gerek yok, hayatımda hiçbir gizem beni bu kadar içine çekmedi. 

alamut kalesi


Tabii o dönem tabu yıkmaktan haz alan bir gencim. Hasan Sabbah'ın haşhaş hikayesi bana dinin kullanılması konusunda çok iyi bir örnek olarak gelmişti. Bartol' un romanı bana bunu vermişti ve ben de büyük bir mutlulukla almıştım bu mesajları. Ama okuyorum araştırma yazılarını; söylediklerini, gerçek adlettiklerini iyice araştırıyorum, yok. Yok arkadaşım yok, böyle bir belge yok. Dönemin Arap Sünni tarih yazıcılarından ve Marco Polo'nun hatıratından başka hiçbir kaynak yok. Üstelik ulaşılabilen kaynaklarda da haşhaş hikayesine ender rastlanıyor. Hasan Sabbah'ın ölümünden bir asır sonra doğan Marco Polo'nun kaleminden çıkmış bu hikaye muhtemelen.



Konuya hakim olanlar iyi bilir, Hasan Sabbah bir İsmaili. On iki imam inancından, İsmaili öğretisiyle yetişmiş bir Dai, Sabbah. Nizari akımı temsil etmekteydi. Ayrıca Selçuklu Devleti'yle, Abbasilerle düşmanlığı da iyi bilinir. Böyle bir ortamda, bu düşman devletlerin saray tarihçilerinin bu İsmaili lideri karalaması hayli sıradan olur. Ancak onlar dahi, hatta Cüveyni bile Haşhaşi ifadesini kullanmamışlardır. 1256 yılında Hülagu, Alamut kalesini fethetmiş, kaledeki tüm kitapları imha etmişti. Ancak, Hülagü ile birlikte Alamut’a gelen Cüveyni adlı tarihçi, buradan bir kaç kitap kurtarmayı başarmıştı. Bunlar arasında Sergüzeşt-i Seyyidna adlı bir kitap vardı. Bu kitap iddiaya göre Hasan Sabbah’ın biyografisiydi. Bugün içindeki pek çok bilginin yanlış olduğu anlaşılan bu biyografiden yararlanarak Hasan Sabbah hakkında bir kitap yazan Cüveyni’nin de  "saklı cennet ve huriler", "haşhaş" gibi ifadeler kullanmadığı görülüyor.

Gelelim "assassin" kelimesine... Arap kaynaklarında adlarına ancak çok önemli olaylarda değiniliyor ama ‘fedai’, ‘haşhaşi’ tabirleri neredeyse hiç kullanılmıyordu. Bu terim Nizarilerden çok darbe yiyen Haçlılar arasında ortaya çıkmıştı ve Haçlılar tarafından Avrupa’ya taşınmıştı. Haçlıların anlatılarını yeni bir boyuta taşıyan ise, 1271-1295 yılları arasında Asya’da bulunan Venedikli ünlü seyyah Marko Polo olacaktı. İşte bu noktadan sonra Avrupa'da dalga dalga yayılan "haşhaş" ve "Haşhaşi" efsanesini, bugün bölgeye oldukça yakın olan bizler dahi gerçek sanıyoruz. Ayrıca ek bilgi olarak düşeyim: "assassin" kelimesinin "esasiyun" yani, dinin esaslarına bağlı kalan anlamındaki kelimeden türediği de söylenir. Ancak bu da yalnızca bir teoridir.



assassin
İşte böyle böyle, zihnimde net olan Hasan Sabbah karakteri, yalanlardan arındıkça daha bir bulanıklaştı. Bu yalanların sahiplerine, aktaranlara, inananlara ve inandıranlara epey bir söverek olayı hazmettim. Uzun araştırmaların, zihnimin hiç yaşamadığı kadar büyük karmaşaların, hayaller alemiyle kargacık burgacık yazılar arasında gidip gelen sürecin ardından sonunda şunu anladım: Hasan Sabbah'ı bilmiyoruz, bilmeyeceğiz, bilemeyiz.

Hasan Sabbah, herkesin zihninde farklı yer edinir. Kimi bir roman okur Haşhaşi der, kimi kulaktan dolma otçu der. Kimisi onun masum öldürmediğini unutarak terörist der, kimi siyasi yorumlara kapılıp lanetler. Kimisi için romandaki Sabbah yeterlidir, kimisi derinine iner meselenin. Kimisi için aslında bir ateisttir Sabbah, kimisi için ise bir özgürlük savaşçısı. Selçuklu baskısı altındaki Şii/İsmaili mazlumların direğidir kimisi için. Herkes neyin eksikliğini hissediyor, neyi arzuluyor, neye ihtiyaç duyuyorsa odur Sabbah. Çünkü hiçbir şey bilmiyoruz Seyduna ile ilgili.

Benim için mi? Benim için Sabbah bilinmezliğin yanında bir savaşçıdır. Halka değil krallara korku salan, köle askerlerden çok komutanları titreten bir dahidir. Buna ihtiyacım, buna özlemim var belki. Ama ona duyduğum en büyük arzu, gizemi. O hayalimdeki Alamut Kalesi, Assassin's Creed' de havasını soluduğumuz Masyaf... Hasan Sabbah neyi isterseniz odur. Ama Haşhaşi değildir. Güncel, siyasi tartışmaların gölgesinden arınarak okuyun, hayalleyin. Kendi Sabbah'ınızı bu şekilde yaratın. Merakla kalın...


Ayrıca bu kısa videomu izleyebilirsiniz.